9 Şubat 2012 Perşembe

Fete de La Musique - Paris Müzik Festivali

Feté de La Musique (Paris Müzik Festivali)
Yer : Paris/Fransa
Tarih :21 Haziran

Web : http://www.fetedelamusique.culture.fr/en/International/presentation/



İnsanlar bazen ; içinde yaşadıkları, her gün soludukları, yüzyıllardır anılar biriktiren
alışkanlıkların farkında olmayabilirler. Sonra çok uzaklardan bambaşka kültür
ve anlayıştan gelen bir yabancı size, savaşlar ve panik halleriyle toplumunuzun unuttuğu bu değerleri hatırlatıverir. Amerikalı ünlü müzik adamı Joel Cohen’in Paris’e yaptığı tam da budur.

1982 yılından bu yana her yıl 21 Haziran’da gerçekleştirilen bu festivalin en önemli özelliği; amatör ve profesyonel müzisyenlerin katılımının tamamen serbest
olması. Şehrin büyük meydanlarında tanınmış müzisyenler konserler verirken, sokak aralarında çeşitli etnik müzikler yapan, varlıklarını müzikleriyle bu önemli şehre duyurmaya çok uzaklardan gelmiş amatör grupları dinleyebilirsiniz.Sokakta müzik ve dans, var olduğundan beri Avrupa’nın en önemli unsurlarından biri. Paris’te her yıl yaz mevsiminin gelişini müjdeleyen 21 Haziran tarihinde çok renkli çok sesli bir müzik festivali düzenleniyor. Festival boyunca tüm sokaklar, barlar, kafeler, parklar hatta kilise ve hastaneler müzik yapmanın özgür olduğu alanlar.

Festivalin en önemli özelliklerinden biri; müzik dinletilerinin tamamının ücretsiz oluşu. İster ünlü olsun ister amatör, hiçbir müzisyen o gün para için çalmıyor. Yani 30 yıldır, senenin bu günü sadece müzik için var.
İlk başta söz ettiğim gibi sokakta bedava müzik fikri ilk olarak Cohen
tarafından 1981’de Fransız Müzik direktörü olan Maurice Fleuret ile paylaşmış. Fleuret’in projesi dönemin Kültür Bakanı Jack Lang tarafından desteklenince festival gerçekleşmeye başlamış.

En önemli kurallardan biri jazz ve rock, vokal ve klasik müziklere eşit alan ayrılması. Müzik yapanda, dinlemek için Dünya’nın başka ucuna gidende bunu ancak hissederek yapabilir. Eğer sizde yaza, koca bir şehir dolusu müzik tutkusu ile girmek ve bu heyecanı
başkaları ile paylaşmak istiyorsanız her 21 Haziran’da Paris kollarını ve kulaklarını size açıyor.
Ertuğrul ÖZTEKİN-İstanbul/Şubat2012

2 Şubat 2012 Perşembe

Yeşim Ceren Çapraz / 2011 Fransa




Yeşim Ceren Çapraz- Fransa Kamp 2011


Üniversitenin ilk yılı, hazırlık okuyorum, Fransızca. Dil öğreniyoruz zaten zahmetli ama bütün kış öğrenemeye çalıştığımız dil, şimdi yazın pratik yapılmasa bir şeye benzemeyecek. Ama hazırlık sınıfının da sıkıcılığı malum o yüzden yazın da gene dil okulu çekilecek gibi değil.

Pratik yapmanın en eğlenceli yolu hangisi olur, ne yapılır, gidelim orada yaşayalım mı, yaşasak kiminle konuşacağız tanışmak lazım şeklinde sorularla
boğuşurken bu yollardan geçmiş öğrencilerden bir yanıt geldi. ‘Kampa gidin.’ Şeklinde kısa ve öz. Kamp mı ? Nasıl

gideceğiz nasıl başvuru yapılır şeklinde tekrardan bir sürü sorular ortaya çıktı. Daha
önce ben bilmiyordum,(en güzel reklam kulaktan kulağa :) ‘Gençtur’ u öğrenmiş oldum.
Heyecanlandık, meraklandık daha yaza aylar varken gittik konuştuk kayıt yaptırdık. Ön kayıt gibi oldu aslında çünkü kamplar genelde mart gibi belli oluyor, kampların dili çoğunlukla İngilizce ama ben sadece Fransızca konuşabileceğim bir kamp istiyordum. Ve o benim gideceğim sene de sadece 3 kamp gözüküyordu. Son dakika karar verip giden arkadaşlarım da oldu kampa ama eğer çok tercih edilen ya da özel bir tercih şartı varsa erken kayıt yaptırmak önemli

olabiliyormuş. Bizim hemen yaptığımız ilk tercih oldu rahatladık :)


Kamp Lyon’daydı. Kamp belli olduktan sonra her şey de saatiyle belirlenmişti. Hatta bir liste vardı oradan yoklama gibi kim gelip gelemeyeceğinin internet üzerinden onayını vermişti. Oradan kişi listesi ve kamp liderinin kim olduğu her şey görülebiliyor. Aslında bu iletişim çağında sosyal iletişimle aranıp bulunup iletişime geçilebilirdi ama neden kimse bizde böyle bir girişimde bulunmadı :) Kamp için buluşulacak yerin tarihi ve saati vardı tabi. Lyon’dan bir trene binip ara durakta inmek gerektiği yazıyordu. Sonrasında orada karşılanacağımız ve oradan gideceğimiz. Nasıl olacağı biraz muamma gelse de hiç sorgulamadan buluşacaktık zaten :) Neyse ki ben yalnız gitmedim, Lyon’da arkadaşımla buluştuk oradan dedikleri istasyona bilet aldık, kıs
daha o kamptaydı onu da bulduk hemen, bizim için zor olmadı o ilk süreç diyebilirim. Kamp lideri geldi sonra bir küçük yoklama daha alındı sonrasında baktık ki bizi karşılamaya, gideceğimiz yerden insanlar gelmiş arabalarıyla. Ben tabi bu sahnenin böyle olacağını hiç tahmin etmemiştim :) Bizi yerleştirdiler arabalara çıktık geldik kalacağımız yere. Bir anaokulu. Çatısı, banyosu, mutfağı var neyse ki :) Oyuncaklar filan her yerde, küçük küçük masalar şirin bir yerdi. En büyük şansımız bilgisayar ve internet olmasaydı. Sonrasında tabi sıra konusunda
sıkıntı yaşasak da :) İlk günün tedirginliği ise haliyle, kimse birbirini tanımıyor, herkeste tanışma tanıma çabası gergin anlar :) Milliyetlerimiz ise; üç Türk, bir Sırp, iki İspanyol, bir Fransız ayrıca da kamp liderimiz, üç Koreli, iki tane de Rus. Olabildiğince karışıktı. Kısa bir yolculuktu zaten. İndiğimiz istasyon ara bir istasyondu, şehirle pek bağlantısı olmayan, tabi sonrasında aslında medeniyet belirtisi olan tren istasyonundan da baya bir uzaklaşacağımızı bilmeden yapıyordum ben bu yorumları :) İstasyonda zaten nerdeyse hiç insan yoktu ama onun haricinde de tedirgin, şaşkın, kimle karşılaşacağını bilmeyenleri fark etmek imkansız olurdu :). Biliyorduk, bizim okuldan bir arkadaşımız

Hemen kamp liderimiz tarafından iş bölümü yapıldı, iş ve gezi programı yapıldı. Bizim kamp konseptimiz şantiyeydi. Kaldığımız yerin çok yakınında ki bir duvarın restorasyonunu yapacaktık. Restorasyon hakkında da bir bilgimiz tabi ki yoktu bizden beklenen bir bilgi de değildi zaten :) İlk gün yatacak yerlerimiz ayarlandı, minderlerin üzerine uyku tulumlarımız, nüfus bu arada 11 kişi;8 kız 3 erkek şeklinde adaletsiz bir dağılım olmuştu. Erkekler küçük odaya, kızlar da büyük odaya koğuş düzeninde yerleştik :) İşte ilk gün yeni tanışanlar kaynaştıran saçma eğlenceli oyunlarla şakalarla filan geçti :) Kampın kesinlikle uyulması gereken kuralları var :) Çalışma saatlerine, gezi programına, yemek saatlerine. Kısaca hep beraber hareket edilmesi gereken bir durum :) 3 hafta kalacağımız kampta hızlandırılmış anlatımla şöyleydi: Her gün günde 3 öğün yemek yeniyor, hafta da 4 gün çalışılıyor, geri kalan günler aktivitelerle değerlendiriliyor. Her güne mutlaka bir aktivite :) Her gün yemek ve temizlik işleriyle sorumlu 2 kişi oluyor. Sorumluluk, herkesi doyurmak gör
evi onlara ait :) Yani kamp olayında kısmen yemek yapmasını bilmek gerekiyor :)

Ev halkı ise; İspanyollar inanılmaz sıcakkanlı; kamp liderimiz biraz yabani, Ruslar bir garip, Koreliler ise oldukça sevimli ve naziktiler. Konuştuğumuz dil tamamen Fransızcaydı,
o yüzden gittiğim amaç doğrultusunda oldukça yararlı oldu. Koreliler çok iyi Fransızca bilmiyorlardı, İngilizce de birazdı o yüzden onlarla pek kaynaşamadık, daha çok onlar kendi aralarında kaynaştı :) Ama gerçekten bilgisayar kullanımı konusunda hayret edilesi oldukları doğruymuş :)

Kaldığımız yer kasaba gibiydi, tek katlı evlerle sakin sevimli bir yerdi. İnsanları sıcaktı, çok ilgiliydiler. Ama eğlence adına konuşursak birbirimizden başka pek seçeneğimiz yoktu :) Gerçi sonrasında bizim davet edildiğimiz, ve davet edilmeden katıldığımız ev partilerini

keşfettik ama ilk görünürde tabi yoktu :) Çalışma saatleri oldukça makuldü. İlk günler zaten hiç çalışmadık neredeyse, yağmur çok yağdı iptal oldu, bayramlarına denk geldik resmi tatil, tanıştık derken ilk bir kaç gün kaynadı. :) Hafta sonu geldi sonra, hafta sonları da çalışmıyorduk. Çalıştığımız zamanlarda da sabah erken kalkıyorduk, kahvaltı ediyorduk, sonra öğlene kadar çalışıyorduk. Evde 2 kişi biz çalışırken yemekleri yapmış, sofrayı kurmuş oluyorlardı. Yemekten sonra öğlen güneşinde çalışmamak için akşamüstüne kadar ara veriyorduk. Biz tabi genelde o vakti siesta yaparak değerlendiriyorduk :) Yaptığımız iş de evet güç gerektiriyordu ama asla zor değildi, başımıza da bir usta vermişlerdi zaten. Duvarın taşları yıkıldı, sonra tekrar yerleştirildi kuruyunca temizlendi şeklinde ilerledi iş planı. İş olarak bizi tek zorlayan kısım, ilk günler gayet rahat davranıp performans düşüklüğü gösterdiğimizden, şantiyeden sorumlu büyükler gelip azarladılar bizi, sonraki 5 gün boyunca da sabah 6 kalkıp çalışmak zorunda kalmıştık ki baya yorucuydu :) Eğer o gün ev işleri sizdeyse çalışmıyordunuz. Yemek yapıp, temizlik yapıyordunuz . Aslında bana garip gelen Türk kültürü, kadının evde yemek, temizlik yapması sadece işinin bu olması, orada inanılmaz doğallaştı önyargılarım orada kırıldı diyebilirim :)Yemekler ise vasattı. Şöyle ki zaten kamp liderimizi çok cimri olduğundan her şeyi gramla alıyordu. Onun dışında
Sırp olan arkadaşımız inanılmaz güzel yemek yapıyordu, evde olan herhangi bir malzemeden şaheserler yaratabiliyordu. Farklı kültürler olmasına rağmen farklı yemekler yapılmadığından çok tadamadık. Karb
onhidrat temel besin kaynağımızda zaten :) Basit yemekler yapılıyordu, makarna pilav haricinde, patatesli omlet gibi, tavuk, fırında köfte, balık şeklinde. Yöresel değildi pek. Yöresel olan ve çok sevdiğimiz ise İspanyol arkadaşımızın yaptığı ‘sangria’ oldu sürekli yaptırıyorduk zaten
:) Onun dışında Koreliler yanlarında bir sürü hazır paketler getirmişlerdi ve hazır paketten çıkan yosun vardı, kıtır kıtır cips gibi yedikleri, her yerde yiyemeyeceğimiz bir şey olduğundan oldukça ilginçti. Kampın sonlarına doğru ise bir gün geleneksel yemekler günü yapılıp, herkesi biz davet etmiştik. Listeler hazırlandı günler öncesinden yemekler belirlendi, alışverişe çıkıldı. Koreliler karidesli pilav tarzı bir yemek yaptılar bir çok alakasız şeyleri katmışlardı içine ama lezzetliydi :) İspanyollar meşhur patatesli omletleriyle, sangrialarını yaptılar, Ruslar salatalarını, Sırp ise güzel bir börek yapmıştı. Benim diğer arkadaşlarım becerikliydi biz hünkar beğendi yapıp helva kavurmuştuk ve yanında da cacık yapmıştık. Cacık olayı inanılmaz ilginç geldi yoğurdun içindeki salatalığı bir türlü kabullenemediler :)

Kaldığımız yerdeki halk gayet samimiydi ve ilgiliydi. Pazar günleri mutlaka bir yere davet ediliyorduk :) Oradaki gençler ev partilerine davet etmeye başlamışlardı bizi ki
gerçekten baya eğlenceliydi. Bir keresinde de akşam biz gezintiye çıkmıştık baktık ki müzik sesi geliyor, gittik partilerine katıldık turist olmanın tüm sevimliliğiyle :) Bizim evdeki yaşantımızda oldukça eğlenceliydi. Kamp liderimiz biraz yabaniydi ve her gün en az bir kere tasarruf sözcüğünü günaydın ya da iyi geceler yerine kullanıyordu. Kampta asla para harcamadık, bütçe kamp bütçesinden harcanıyordu, alışveriş haftada bir kere yapılıyordu. Yemekler evde yeniyordu, dışarı çıkılacaksa akşamdan ekmek arası bir şeyler hazırlanıyordu. Zaten harcamak istesek harcayabileceğimiz bir yer de yoktu. Çalışma günleri olmadığında çevredeki gezilecek, gezilmeyecek her yeri kamp liderimizi planlamıştı ve gördük oraları. Oyuncak müzesi, arkeoloji müzesi, kumaş müzesi gibi ucu açık bir listeydi :) Lyon’ a da gittik günübirlik ama o büyük bir organizasyondu tabi, bize orada yaşayanlar arabalarıyla tren garına bıraktılar geri aldılar. Onun dışında gittiğimiz her yere yürüyerek gittik ve kilometrelerce yürüdüğümüze eminim :) Gezi olarak asla unutamadığım ise, kaldığımız yere yakın macera parkı gibi bir yer vardı oraya gitmemizdi, inanılmaz güzel ve eğlenceli bir deneyimdi. Ev yaşantısı da farklı kişiler, farklı kültürler olduğundan hem konular çok genişti hem de eğlenceli vakit geçirebiliyorduk. Son günlerde Türk usulü birçok kart oyunu oynayabiliyor seviyedeydi ev halkı :) Şantiyede oynanabilecek oyunlar diye
bir kitapçık bile vardı zaten her şeyi düşünmüşler :) Ayrılırken ise insan baya bir hüzünleniyor. Sanki yıllardır beraber yaşıyormuş gibi üzülüyorsun. Son günümüzde de gene bizi aldılar, trenlerimize bıraktılar. Kalabalık şekilde uğurladılar.

Sonuç olarak az zamanda çok iş yapmak kamp bana göre :) Farklı kültürler, farklı insanlar, güzel paylaşımlar. Yirmi günü ne kadar çabuk, fark etmeden geçiriyoruz rutin hayatımızda, o yüzden kesinlikle bir ara yaşanmalı, görülmeli diye düşünüyorum :)



Yeşim Ceren Çapraz, 2011-İstanbul






20 Aralık 2011 Salı

SOSYAL GİRİŞİMCİLİK EĞİTİMİ

Sevgili Arkadaslar, (Lütfen siz de tanıdıklarınıza iletiniz)

GENCTUR YK Uyesi Hülya Denizalp tarafından koordine edilen ve Benim de (Kevser Yavuz) içinde aktif olarak yer aldığım Sosyal Girişimcilik Sertifika Programı Kadir Has Universitesi Yaşam Boyu Eğitim Biriminde Ocak ayında başlıyor.

Deneyim sahibi Sosyal Girişimcilerden oluşan eğitim kadrosu ile 3 hafta sonunuzu ayırarak, kendi sosyal girişiminizi kurmak için fikirlerinizi netleştireceksiniz.

İçinizde bir girişimci yatıyor ve ortaya çıkmak için firsat kolluyorsa,
Hissediyorsunuz ama bir turlu adını koyamadığınız bir iş kafanızda dolaşıp duruyorsa,
Hem işimi kurayım hem de toplumsal bir fayda üreteyim diyorsanız,

BU EĞİTİM TAM SİZLİK.

Sosyal Girişimcilik de ne olaki diyorsanız, bakınız GENÇTUR:)

Bilgi ve iletişim için:

Sevgiler,


13 Aralık 2011 Salı

FRANSA'DA DRY STONE TEKNIGI

AB Hayat Boyu Öğrenme programlarından GRUNDTVIG Basligi altında Fransa'da Nisan Ayında düzenlenecek ACT FOR DRY STONE IN EUROPE isimli projeye katılmak ister misiniz?

Yaşınız kaç olursa olsun, yeterki 18'den büyük olsun, biraz da bu tekniğe ilgi duyarsanız fırsatı kullanın diye oneriyoruz. Butun giderleriniz AB tarafından karşılanıyor.

Projenin Ingilizce Detayları:
ACT FOR DRY STONE IN EUROPE
2011-1-FR1-GRU13- 24595
15 / 04 / 2012 – 23 / 04 / 2012
Arlanc, Auvergne, France
This workshop will provide participants with basic knowledge and competences on traditional dry-stone techniques and use of local materials.
Two important goals are to promote awareness for the protection of the European dry-stone heritage and to raise conscience of the international dimension of heritage, protection, preservation and the notion of common heritage.
The participants will put into practice the knowledge on traditional dry-stone techniques in several interventions. They will create educational tools like a multilingual glossary and a catalogue of the dry-stone examples in Europe. In addition, they will gain a methodological basis to approach the organization of projects concerning valorisation of dry-stone heritage. Visits to different areas are planned in order to recognize the diversity of dry stone constructions, their functionality and their integration in the landscape.
This workshop will be an opportunity to the participants to know more about the educational project of Concordia. The pedagogy that will be used will be close to the one we know and we put into practice in the international workcamps, where the involvement of the group in daily life is important as the involvement in the activities. The participants will be lodged in a collective house which will enable them to share time together within the daily tasks.
We are looking for participants aged 18 + and nationals from any of the 31 eligible countries of the Lifelong Learning Programme: European Union plus Norway, Iceland, Switzerland, Liechtenstein, Turkey and Croatia.
The group of learners will be composed of 15 participants. A maximum of 3 participants from the same country will be accepted.
The workshop is intended for amateurs, but also for learners who want to set up or to lead projects in the future related to the dry-stone methods.
Participants will be selected based on their motivation. Workshop trainers will contact all participants 1 month before the workshop to initiate preparatory work.
Travel, accommodation and food are entirely covered by the workshop organiser, supported by the Grundtvig Program. Participants should purchase their airplane and/or train tickets once they will be confirmed. The costs of these tickets will be reimbursed after the end of the workshop up to 400 euros/person. In order to be reimbursed participants have to give to the workshop trainers all invoices and travel documents.
Two mini-buses will be available during the workshop in order to make some visits and trips (also for the arrival and the departure of the participants).
Please send the application form to international@concordia.fr  before 31st January.
We will inform selected participants by 3rd February and they have to confirm their attendance the latest by 10th February. Selected participants will receive a signed copy of the application form. In case any potential learner does not confirm by this date, her/his participation will be cancelled and the first person from the waiting list will take her/his place.
Yapmanız gerekenler şunlar:

Başvuru formunu bizden isteyin. kevser.yavuz@genctur.com
31 Ocak'a kadar international@concordia.fr adresine yollayın.
Eger kurulus sizi kabul ederse kabul mektubunuzla Ulusal Ajansa başvurun,
Ajans odemenizi yapacak ve siz de gideceksiniz..bu kadar kolay...

24 Kasım 2011 Perşembe

GENÇTUR GÖNÜLLÜ BULUŞMASI

Sevgili Arkadaslar,

Her yıl yaptigimiz bulusmamizin bu yilda zamani geldi…

Birbirinizi tanimasanizda ayni amac icin yollari GENCTUR’da kesismis sizler,  
Hepinizi taniyan ve sizden aldiklarimizla mutlu olan bizler, biraraya gelelim ve yasadiklarimizi hatırlamayalım istiyoruz.
Samimi bir ortamda paylasmanin rahatliginda olacaginizi ozellikle vurgulamak istiyorum ki, elinizdeki materyalleri getirmekten cekinmeyin lütfen J

TARIH : 2 Aralık 2011 Cuma günü
BASLANGIC SAATI : 18:00
BITIS : YASAYALIM GORELIM J
ADRES : ISTIKLAL CAD. 8. KAT YAŞAYARAK ÖĞRENME MERKEZİ (YAŞÖM)

FACEBOOK EVENT SAYFASI : http://www.facebook.com/#!/events/314883621855611/             

2 Kasım 2011 Çarşamba

Bu Yaz Yurtdışı Programlarınızı Yapmakta Acele Edin!

Yazı yurtdışında geçirme fikri olanlar genellikle karar vermek için nisan mayıs aylarını bekliyorlar. Bu bekleyişin nedeni yurtdışı yaz programlarının o zamanlarda açıldığının düşünülmesi ve yanı sıra insanların bütçelerde bir öngörü sahibi olmak istemeleri.
Yurtdışına çıkarken ne kadar paraya ihtiyacınızın olacağı bir başka yazımızın konusu olabilir ya da dileyenler danışmanlık kuruluşlarından bilgi isteyebilirler. Bu yazıda vermek istediğimiz mesaj şu:
Programların kontenjanları erken doluyor, yerleşmelerde ülkelerin değişen koşulları gereği sıkıntılar olabiliyor, sizleri haberdar etmek istedik.
Bu yaz İngiltere’ye dil okulu için gitmek istiyorsanız, Olimpiyatların da İngiltere- Londra’da
(27 Temmuz- 12 Ağustos 2012)  yapılacağını hatırlatmak isteriz. Bu durum sizi özellikle konaklama konusunda zorlayacak bir gerçek ve İngiltere’deki okullar erken kayıt talep ediyorlar.
Ekonomik bir seyahat yapmayı planlıyorsanız, dilinizi geliştirmek istiyorsanız, başka ülkelerden arkadaşlar edinmek istiyorsanız,  seçeneklerden biri olan  GENCTUR’un Gönüllü Çalışma Kampları programına kayıtlar 1 Ekim itibari ile başladı ve 18 yaş altı katılımlar için yerler doldu bile. Gönüllü Çalışma Kampları dil pratiği yapmak için çok etkili bir fırsat ve bu programla her yıl 800 civarında genç yurtdışına gidebiliyor. Programın kısaca bilgisi şöyle:
ULUSLARARASI GÖNÜLLÜ ÇALIŞMA KAMPLARI: Bu yıl 53. yılı kutlanacak olan Gönüllü Çalışma Kampları GENÇTUR tarafından da 33 yıldır organize ediliyor. Kamplar 82 ülke ile yapılan bir değişim programı. Her biri 2-3 hafta süren kamplar boyunca gençler kamu yararına bir projede gönüllü olarak çalışıyorlar. Günde 5-6 saat süren bu çalışmalar karşılığında konaklama ve yemek  masrafları ücretsiz karşılanır.


Her bir gönüllü çalışma kampında 7-8 farklı ülkeden 15-20 genç bir arada olur. Ortak dil İngilizcedir, Fransa ve İspanya’da İngilizce ve yerel dil kullanılmaktadır. Ayrıca Almanya’da Almanca dil kampları ve dili Almanca olan gönüllü çalışma kampları da açılmaktadır. Kampın koşullarına göre yemekler bazen gençlerin kendileri tarafından nöbetleşe yapılır veya ev sahibi kuruluşun anlaştığı bir yerden servis edilir. Yemeklerin gönüllüler tarafından yapıldığı kamplarda kampçılar birçok kültürün geleneklerini, yemek kültürlerini, damak zevklerini keşfetme şansı yakalar . Çünkü bu program bir kültürel değişim programı ve mutfak da geleneksel kültürün en önemli öğesidir.

Bu program için acele edin. Bir dil okulunu kamp ile birleştirip, öğrendiklerinizi o ülkede pratik etmek mümkün. Dil Okulu ve Gönüllü Çalışma Kampları paket programı için GENCTUR’dan danışmanlık alabilirsiniz.

12 Ekim 2011 Çarşamba

ESKİ SOVYETİN BATI KÖŞESİNDE İKİ HAFTA

(UKRAYNA’NIN TARİH KOKAN ŞEHRİ LVIV’DE ÇALIŞMA KAMPI)
Yazı: Gözde Meşeli
Fotoğraflar: Tolga Ünlüsoy

Yoldayız. Trenle Lviv ya da daha çok bilinen Rusça adıyla Lvov’a doğru ilerliyoruz. İki sene önceki Fransa’daki kampımdan sonra bu yaz Ukrayna’yı tercih etmenin heyecanı var üzerimde. İlk kez eski bir Sovyet ülkesinin topraklarını görüyor, Kiril alfabesine yavaş yavaş alışıyor, kampım için heyecanlanıyorum.
İlk bindiğimiz Sovyet treni
Sonunda Lviv’e varıyoruz. Yağmuruyla karşılıyor bizi. Eski bir filme köşesinden sızmış gibi hissediyorum önce. Karanlık, tarih kokan sokaklar, tahta evler, her köşe başı heykeller, kilise çanları içine alıp sarıveriyor beni. Kaynaşıyoruz hemen şehirle. Kampımız için iki hafta evimiz olacak hostele yağmur altında varıyoruz. Kapıyı internetteki fotoğraflarından tanıdığım grup liderlerimiz açıyor. Seviniyorum, sonunda doğru yerdeyiz.
Lviv’de ilk gözümüze çarpan yapılardan biri, tepesinde Ukrayna bayrağıyla
İlk akşamdan bizi küçük bir sürpriz bekliyor: Doğum gününü gün boyunca trende geçirmek zorunda kalan arkadaşım Gökçe için hazırlanmış bir pasta. Mutlu ve aç bir şekilde pastamızı yiyor; Sırp, Fransız, Hollandalı, Koreli, Ukraynalı, Çek, Polonyalı grup arkadaşlarımızla yavaş yavaş kaynaşmaya başlıyoruz.
Lviv’de ilk günlerde Kirilimizi geliştirmemizi sağlayan yol tabelası
Ertesi gün şehrin içinde on dakikalık bir yürüyüşle çalışma alanımıza ulaşıyoruz. İki hafta boyunca “Sapieha Sarayı” ismindeki yüz elli yıllık güzel bir yapıyı restore edip temizleyeceğiz. Zira Ukrayna’da devletten hiçbir yardım göremeyen tarihi yapılardan biri de Sapieha Sarayı. Yapının boyası gitmiş, merdivenleri kırık dökük ve her yeri toz içinde. İş başa düştü diyip kolları sıvıyoruz. Günler geçtikçe saraya bir faydamızın dokunduğunu görmek mutlu ediyor bizi.
Lviv’in şehirdeki en yüksek kuleden panaromik görüntüsü
Kampımızın bir şehirde – şehir derken tabi İstanbul’un ancak yirmide biri büyüklüğünde- olmasının avantajları var tabi. Her gün yeni bir kısmını geziyoruz. Lviv cazibeli, bohem, makyajı biraz akmış esmer bir kız gibi. Ruhu var şehrin, sokaklarında yürüdükçe kendini hissettiren. Şehir içinde her yere yürüyerek gidilebiliyor tren istasyonu dışında. Hiç çok yüksek bir bina yok. Kuleler hariç en yüksek bina üç katlı. Çoğu yapının boyası akmış, üzerinden hikâyeler sarkıyor.
Lviv’deki ilginç karelerden biri: eski bir mezar taşı
Sarayda çalışmamız genelde üçe dörde kadar sürüyor, ondan sonrası bizim! Ya grup liderlerimiz Olya ve Natalya bizi yeni bir meydanı, kuleyi, müzeyi görmeye götürüyor ya hostelimizde oturup Koreli arkadaşımız Sungseo’nun getirdiği filmlerden birini izliyor, ya da muhabbet ediyor, geldiğimiz kültürleri birbirimize aktarmaya çalışıyoruz. Akşamları da Lviv’deki restoran, cafe ya da barlardan birine gidiyoruz. Öyle bir şey ki bu, üç dört günden sonra hostel yaşam alanımız, Lviv kendi şehrimiz gibi oluveriyor.
Cumartesi günü gezide grubumuzla birlikte
Hafta sonu, sonunda çalışmayacağımız günler. Cumartesi hepimiz sanırım biraz daha mutlu uyanıyoruz. Gerçi gezi için daha da erken bir saatte kalkmak zorundayız ama sanırım artık uykusuzluğu umursamıyoruz pek. Türkiye'ye dönünce iki gün hiç durmadan uyursam hiç şaşırmam diyorum kendi kendime. Otobüsle şehir dışına çıkmaya başlıyoruz. Üç tane şato geziyoruz, güzel, hoşuma gidiyor ama hiçbiri restore edilmemiş. Ukrayna’daki en büyük sorun bu diye düşünüyorum, hiçbir tarihi yapı koruma altına alınmamış, düzenlenmemiş. Pazar ise dağa yürüyüşe gideceğiz diye kalkıyoruz. Sanırım dünyanın en pis trenlerinden birine biniyoruz. Ama şunu anlıyorum ki önemli olan ne ortam ne konfor. Yanında anlaştığın insanların olması her şeye değer. Dağ taş diye nehir kenarına varıyoruz. Dağ falan da yok. Kötü bir gün olacak diye düşünüyorum. Tahminim doğru çıkmıyor ama. Bir anda içecekler, ateşte kızartılacak etler çıkıyor ortaya, müzik açıyoruz ve şenleniyoruz. Çok da güzel olmayan nehir ve manzara hep birlikte olunca tatlanıyor.
Lviv’de her şeyin ucuza bulunabileceği açık pazarlardan biri
İkinci hafta da çalışmaya devam ediyoruz. Saraydaki görevliler bize hiçbir malzeme vermeseler de tüm heyecanımızla çalışmaya, zavallı göz çukurları büyümüş beyaz binamızı biraz olsun neşelendirmeye, renklendirmeye çabalıyoruz. Daha çok da akşamları bekliyoruz sanki. Hep birlikte dans edip iki sohbet edebileceğimiz, birbirimizi daha iyi tanıyabileceğimiz zamanları. Ama hep Türklüğümüzü hissettiriyoruz diğerlerine. Bir akşam bana göre çok da iyi olmayan göbek dansı yapıyorum grubuma, malum Türk’üz ya. Bir gün Türk kahvesi pişiriyoruz eski, geniş bir tavada. Bu arada herkes son günler yaklaşırken daha bir moda girmiş, ülkesinden bahis açmaya, onu tanıtmaya çalışıyor. Koreliler bir akşam ramen yapıp yemek kültürlerinden bahsediyorlar. Fransızlarla uzun uzun Sarkozy ve Avrupa Birliği üzerine konuşuyoruz. Sırp kız Andrijana Belgrat broşürleriyle bir nebze olsun bize Sırp havası estiriyor. Ve tabii ki neredeyse her gün Ukrayna yemeği yiyip Kiril alfabesinden yeni bir harf öğreniyoruz. Ama en güzeli bu kadar farklı ülkeden gelen ve Ukrayna’nın batı köşesinde buluşan on üç insanın ortak noktalar bulabilmesi, birlikteliği hissedebilmesi.
Biz ve aynı dönemde kampı olan diğer bir grup hep birlikte
Son gece, geçen iki haftanın yorgunluğunu umursamadan yine uyanık duruyoruz bir yerlerde saat ikiye üçe kadar. Biliyoruz ki bu insanların çoğunu belki de hepsini bir daha görme şansımız olmayacak. Mutluyuz geldiğimize, tanıştığımıza, faydalı hissettiğimize. Tek tek ayrılıyor insanlar. Çoğu Krakow için sabahın beşinde yola çıkıyor. Kimi gün içinde gidiyor. Biz, akşamüzeri Kiev trenimiz için yollanıyoruz istasyona. Yine yağmur alıp koyuyor bizi yıpranmış Sovyet treninin içine.