16 Aralık 2010 Perşembe

Elif Uluhan / 2001 Fransa

Sene 2001; Yaş onbeş; Enerjimi akıtabileceğim doğru düzgün bir aktivitem olmaması bir yana, o enerjiyi içimde patlayacak raddeye getiren 8 aylık, her geçen günü bir öncekinden daha da uzun gelen yoğun, yorucu, kapanç bir okul döneminden çıkıyorum. Ergenim ve yaşadığım duygu karmaşalarının tepkimesi depomu öyle bir doldurmuş ki, bıraksalar beni yeryüzünün bittiği yere kadar koşar geri dönerim; iki bardak soğuk su içip gene gider gene gelirim. Abartıyorum gibi geliyor ama gerçekten hissettiğim tam olarak buydu. Koşsam o kadar uzağa gidemem, gitsem öyle bir yer yok zaten! Neyse.
Yaz yaklaşıyor ve yapacak onca şey varken bendenize hiçbiri yeterli gelmiyor. Unutmayalım ki yazın gerçekleştireceğim aktivitenin beni dünyanın sonuna kaar koşmuş ve geri gelmişcesine tatmin etmesi gerekiyor vebu aktivitenin anneannemin yazlığındaki diğer gençlerle gece diskoya gitmek olamayacağı gün gibi aşikar. Ailem de endişeli tabii;olan bitenin farkındayız hepimiz: bu enerji bir yere aktarılmalı! Eş, dost, akraba, soruyoruz soruşturuyoruz. Yok efendim dil okulu, yok efendim tenis kampı… “Hayır ya! Daha canlı olmalı, elim toprağa değmeli” derken biri (kim, ve o kişiyle nasıl bir bağlantımız vardı hiç hatırlamıyorum) “Ya, şu kızı Genç Tur’a götürün; orada mutlaka kendine uygun bir şey bulur” diyor. Hurraaa! Genç Tur’a gidiyoruz. Kamp seçimlerine bakarken kendimden geçtiğimi hatırlıyorum. “İşte bu!”. Neresi olduğu fark etmez; gitmek için gitmek istiyorum. Yasemin Hanım sağ olsun en güzelinden bir Fransa seçiyor benim için (zaten biraz geç kalmıştık seçim yapmak için, çok seçenek yoktu) : Concordia’yla 15-18 yaş grubu için 4 haftalık bir çevre düzenleme projesi. Bugün hala kullandığım uyku tulumum ve sırt çantam alınıyor ve ben yollanıyorum Fransa’ya.
Hayatımda ilk defa, tek başıma dilini bilmediğim bir ülkeye gidiyorum. Çok heyecanlıyım. Paris’ten Bourdeaux’ya trenle, zorlu ama acayip keyifli bir yolculuk macerası yaşadıktan sonra tren istasyonunda beni karşılamak üzere iki tane inanılmaz sevimli fransızla buluşuyorum: şaperonlarımız Denis ve Charlotte. Onlar da gencecik. Kamp alanına gidiyoruz ve tanışma faslı başlıyor. İki Bulgar, üç Alman, bir Filipin kökenli İtalyan, iki Fransız ve bir Türk (Ben). 10 haneli bir köyde, köhne bir eski okul binasında kalıyoruz. Aman Tanrım, o kadar güzeldi ki kelimelerle anlatamıyorum. Hayatımın gidişatını değiştirecek kadar güzel ve önemli bir deneyimdi. Detaylara girip kimseyi sıkmak istemiyorum. Zaten gitmiş olanların da eminim benzer anıları vardır, gidecek olanlar için de sürprizi bozmuş olmak istemiyorum. Özet geçiyorum. 4 hafta boyunca hayatımda eğlenmediğim kadar eğlendim; kendimi yararlı hissettim; elime çekiç alıp çitleri çakarken sekiz ay boyunca dört duvar arasında içimde biriktirdiğim enerjiyi attım; çalışma aralarında yanımızdan akan nehre birbirimizi attık; yemekler yaptık; mısır tarlaları arasından bisikletle geçerken otuz çeşit böcek tattım ve böylece bisiklette şarkı söyleyeceksem içimden mırıldanmam gerektiğini, ağzımı açıp avaz avaz bağırırsam pek hoşlanmaycağım yeni tatlar keşfedeceğimi öğrendim; ailemi özledim; bir sürü yeni dost edindim; haftasonları şaperonlarımız bizi trenle çok güzel yerlere götürdüler; kayan yıldızlar altında geçirdim gecelerimi; köylülerle bal yaptık; kavga ettik, barıştık, yine kavga ettik sonunda hep barıştık; uyduruk müzik setimizde ska dinledik coştuk; koserlere gittik, festival neymiş gördük; ateş yakıp hikayeler anlattık; çalışmayan duş altında yıkanmaya çalışırken yıkanmasak da yaşayabileceğimizi öğrendik… Şaperonum Denis’yle hala görüşüyorum. Geçen kış doğumgünümde beni görmeye Istanbul’a geldi. Bulgar Kızlarla hala mekuplaşıyorum…
Hayatımı, hayata bakış açımı değiştiren bir deneyimdi. Bugün bilimum çevresel ve toplumsal gönüllülük yaparak mutlu olan; uyku tulumumu alıp cebimde kaç para olduğunu unutup sadece gitmek için gitmekten zevk alan biriyim. Fransa’da geçirdiğim bir ay bütün bunları erken yaşta fark etmeme yardımcı oldu. Gönüllü kampları böyle yazarak anlatılmaz sanırım; yaşanır.
Şimdi, canım ciğerim bir dostumla Genç Tur vasıtasıyla bir kamp seçimi yaptık. Bu duyguyu biriyle paylaşmak daha da güzel olacak biliyorum.Hep 18’imi bitirip daha da ilginç yerlere gidebilmek istemiştim. O deneyimi tekrarlayamam ama o derece güzel yeni bir tane ekleyebilirim hayatıma. Bu sefer, Gülce’nin de benim de tutkun olduğum Güney Amerika’ya yönelttik rotamızı. Arjantin’de çok güzel bir çalışma kampı buldu Kevser’ciğimiz bizim için. Ağustos’ta yollanıyoruz. Planlar programlar; gitmişken geri dönememek ne güzel olurdu demiyor değilim bazen =). Söyleyecek çok şey var ama yaşanacak daha da çok şey var.
“Gidebildiğini görebilmek  için gitmek” kadar güzel bir şey varsa o da böyle güzel bir nedenle gitmektir.