9 Şubat 2012 Perşembe

Fete de La Musique - Paris Müzik Festivali

Feté de La Musique (Paris Müzik Festivali)
Yer : Paris/Fransa
Tarih :21 Haziran

Web : http://www.fetedelamusique.culture.fr/en/International/presentation/



İnsanlar bazen ; içinde yaşadıkları, her gün soludukları, yüzyıllardır anılar biriktiren
alışkanlıkların farkında olmayabilirler. Sonra çok uzaklardan bambaşka kültür
ve anlayıştan gelen bir yabancı size, savaşlar ve panik halleriyle toplumunuzun unuttuğu bu değerleri hatırlatıverir. Amerikalı ünlü müzik adamı Joel Cohen’in Paris’e yaptığı tam da budur.

1982 yılından bu yana her yıl 21 Haziran’da gerçekleştirilen bu festivalin en önemli özelliği; amatör ve profesyonel müzisyenlerin katılımının tamamen serbest
olması. Şehrin büyük meydanlarında tanınmış müzisyenler konserler verirken, sokak aralarında çeşitli etnik müzikler yapan, varlıklarını müzikleriyle bu önemli şehre duyurmaya çok uzaklardan gelmiş amatör grupları dinleyebilirsiniz.Sokakta müzik ve dans, var olduğundan beri Avrupa’nın en önemli unsurlarından biri. Paris’te her yıl yaz mevsiminin gelişini müjdeleyen 21 Haziran tarihinde çok renkli çok sesli bir müzik festivali düzenleniyor. Festival boyunca tüm sokaklar, barlar, kafeler, parklar hatta kilise ve hastaneler müzik yapmanın özgür olduğu alanlar.

Festivalin en önemli özelliklerinden biri; müzik dinletilerinin tamamının ücretsiz oluşu. İster ünlü olsun ister amatör, hiçbir müzisyen o gün para için çalmıyor. Yani 30 yıldır, senenin bu günü sadece müzik için var.
İlk başta söz ettiğim gibi sokakta bedava müzik fikri ilk olarak Cohen
tarafından 1981’de Fransız Müzik direktörü olan Maurice Fleuret ile paylaşmış. Fleuret’in projesi dönemin Kültür Bakanı Jack Lang tarafından desteklenince festival gerçekleşmeye başlamış.

En önemli kurallardan biri jazz ve rock, vokal ve klasik müziklere eşit alan ayrılması. Müzik yapanda, dinlemek için Dünya’nın başka ucuna gidende bunu ancak hissederek yapabilir. Eğer sizde yaza, koca bir şehir dolusu müzik tutkusu ile girmek ve bu heyecanı
başkaları ile paylaşmak istiyorsanız her 21 Haziran’da Paris kollarını ve kulaklarını size açıyor.
Ertuğrul ÖZTEKİN-İstanbul/Şubat2012

2 Şubat 2012 Perşembe

Yeşim Ceren Çapraz / 2011 Fransa




Yeşim Ceren Çapraz- Fransa Kamp 2011


Üniversitenin ilk yılı, hazırlık okuyorum, Fransızca. Dil öğreniyoruz zaten zahmetli ama bütün kış öğrenemeye çalıştığımız dil, şimdi yazın pratik yapılmasa bir şeye benzemeyecek. Ama hazırlık sınıfının da sıkıcılığı malum o yüzden yazın da gene dil okulu çekilecek gibi değil.

Pratik yapmanın en eğlenceli yolu hangisi olur, ne yapılır, gidelim orada yaşayalım mı, yaşasak kiminle konuşacağız tanışmak lazım şeklinde sorularla
boğuşurken bu yollardan geçmiş öğrencilerden bir yanıt geldi. ‘Kampa gidin.’ Şeklinde kısa ve öz. Kamp mı ? Nasıl

gideceğiz nasıl başvuru yapılır şeklinde tekrardan bir sürü sorular ortaya çıktı. Daha
önce ben bilmiyordum,(en güzel reklam kulaktan kulağa :) ‘Gençtur’ u öğrenmiş oldum.
Heyecanlandık, meraklandık daha yaza aylar varken gittik konuştuk kayıt yaptırdık. Ön kayıt gibi oldu aslında çünkü kamplar genelde mart gibi belli oluyor, kampların dili çoğunlukla İngilizce ama ben sadece Fransızca konuşabileceğim bir kamp istiyordum. Ve o benim gideceğim sene de sadece 3 kamp gözüküyordu. Son dakika karar verip giden arkadaşlarım da oldu kampa ama eğer çok tercih edilen ya da özel bir tercih şartı varsa erken kayıt yaptırmak önemli

olabiliyormuş. Bizim hemen yaptığımız ilk tercih oldu rahatladık :)


Kamp Lyon’daydı. Kamp belli olduktan sonra her şey de saatiyle belirlenmişti. Hatta bir liste vardı oradan yoklama gibi kim gelip gelemeyeceğinin internet üzerinden onayını vermişti. Oradan kişi listesi ve kamp liderinin kim olduğu her şey görülebiliyor. Aslında bu iletişim çağında sosyal iletişimle aranıp bulunup iletişime geçilebilirdi ama neden kimse bizde böyle bir girişimde bulunmadı :) Kamp için buluşulacak yerin tarihi ve saati vardı tabi. Lyon’dan bir trene binip ara durakta inmek gerektiği yazıyordu. Sonrasında orada karşılanacağımız ve oradan gideceğimiz. Nasıl olacağı biraz muamma gelse de hiç sorgulamadan buluşacaktık zaten :) Neyse ki ben yalnız gitmedim, Lyon’da arkadaşımla buluştuk oradan dedikleri istasyona bilet aldık, kıs
daha o kamptaydı onu da bulduk hemen, bizim için zor olmadı o ilk süreç diyebilirim. Kamp lideri geldi sonra bir küçük yoklama daha alındı sonrasında baktık ki bizi karşılamaya, gideceğimiz yerden insanlar gelmiş arabalarıyla. Ben tabi bu sahnenin böyle olacağını hiç tahmin etmemiştim :) Bizi yerleştirdiler arabalara çıktık geldik kalacağımız yere. Bir anaokulu. Çatısı, banyosu, mutfağı var neyse ki :) Oyuncaklar filan her yerde, küçük küçük masalar şirin bir yerdi. En büyük şansımız bilgisayar ve internet olmasaydı. Sonrasında tabi sıra konusunda
sıkıntı yaşasak da :) İlk günün tedirginliği ise haliyle, kimse birbirini tanımıyor, herkeste tanışma tanıma çabası gergin anlar :) Milliyetlerimiz ise; üç Türk, bir Sırp, iki İspanyol, bir Fransız ayrıca da kamp liderimiz, üç Koreli, iki tane de Rus. Olabildiğince karışıktı. Kısa bir yolculuktu zaten. İndiğimiz istasyon ara bir istasyondu, şehirle pek bağlantısı olmayan, tabi sonrasında aslında medeniyet belirtisi olan tren istasyonundan da baya bir uzaklaşacağımızı bilmeden yapıyordum ben bu yorumları :) İstasyonda zaten nerdeyse hiç insan yoktu ama onun haricinde de tedirgin, şaşkın, kimle karşılaşacağını bilmeyenleri fark etmek imkansız olurdu :). Biliyorduk, bizim okuldan bir arkadaşımız

Hemen kamp liderimiz tarafından iş bölümü yapıldı, iş ve gezi programı yapıldı. Bizim kamp konseptimiz şantiyeydi. Kaldığımız yerin çok yakınında ki bir duvarın restorasyonunu yapacaktık. Restorasyon hakkında da bir bilgimiz tabi ki yoktu bizden beklenen bir bilgi de değildi zaten :) İlk gün yatacak yerlerimiz ayarlandı, minderlerin üzerine uyku tulumlarımız, nüfus bu arada 11 kişi;8 kız 3 erkek şeklinde adaletsiz bir dağılım olmuştu. Erkekler küçük odaya, kızlar da büyük odaya koğuş düzeninde yerleştik :) İşte ilk gün yeni tanışanlar kaynaştıran saçma eğlenceli oyunlarla şakalarla filan geçti :) Kampın kesinlikle uyulması gereken kuralları var :) Çalışma saatlerine, gezi programına, yemek saatlerine. Kısaca hep beraber hareket edilmesi gereken bir durum :) 3 hafta kalacağımız kampta hızlandırılmış anlatımla şöyleydi: Her gün günde 3 öğün yemek yeniyor, hafta da 4 gün çalışılıyor, geri kalan günler aktivitelerle değerlendiriliyor. Her güne mutlaka bir aktivite :) Her gün yemek ve temizlik işleriyle sorumlu 2 kişi oluyor. Sorumluluk, herkesi doyurmak gör
evi onlara ait :) Yani kamp olayında kısmen yemek yapmasını bilmek gerekiyor :)

Ev halkı ise; İspanyollar inanılmaz sıcakkanlı; kamp liderimiz biraz yabani, Ruslar bir garip, Koreliler ise oldukça sevimli ve naziktiler. Konuştuğumuz dil tamamen Fransızcaydı,
o yüzden gittiğim amaç doğrultusunda oldukça yararlı oldu. Koreliler çok iyi Fransızca bilmiyorlardı, İngilizce de birazdı o yüzden onlarla pek kaynaşamadık, daha çok onlar kendi aralarında kaynaştı :) Ama gerçekten bilgisayar kullanımı konusunda hayret edilesi oldukları doğruymuş :)

Kaldığımız yer kasaba gibiydi, tek katlı evlerle sakin sevimli bir yerdi. İnsanları sıcaktı, çok ilgiliydiler. Ama eğlence adına konuşursak birbirimizden başka pek seçeneğimiz yoktu :) Gerçi sonrasında bizim davet edildiğimiz, ve davet edilmeden katıldığımız ev partilerini

keşfettik ama ilk görünürde tabi yoktu :) Çalışma saatleri oldukça makuldü. İlk günler zaten hiç çalışmadık neredeyse, yağmur çok yağdı iptal oldu, bayramlarına denk geldik resmi tatil, tanıştık derken ilk bir kaç gün kaynadı. :) Hafta sonu geldi sonra, hafta sonları da çalışmıyorduk. Çalıştığımız zamanlarda da sabah erken kalkıyorduk, kahvaltı ediyorduk, sonra öğlene kadar çalışıyorduk. Evde 2 kişi biz çalışırken yemekleri yapmış, sofrayı kurmuş oluyorlardı. Yemekten sonra öğlen güneşinde çalışmamak için akşamüstüne kadar ara veriyorduk. Biz tabi genelde o vakti siesta yaparak değerlendiriyorduk :) Yaptığımız iş de evet güç gerektiriyordu ama asla zor değildi, başımıza da bir usta vermişlerdi zaten. Duvarın taşları yıkıldı, sonra tekrar yerleştirildi kuruyunca temizlendi şeklinde ilerledi iş planı. İş olarak bizi tek zorlayan kısım, ilk günler gayet rahat davranıp performans düşüklüğü gösterdiğimizden, şantiyeden sorumlu büyükler gelip azarladılar bizi, sonraki 5 gün boyunca da sabah 6 kalkıp çalışmak zorunda kalmıştık ki baya yorucuydu :) Eğer o gün ev işleri sizdeyse çalışmıyordunuz. Yemek yapıp, temizlik yapıyordunuz . Aslında bana garip gelen Türk kültürü, kadının evde yemek, temizlik yapması sadece işinin bu olması, orada inanılmaz doğallaştı önyargılarım orada kırıldı diyebilirim :)Yemekler ise vasattı. Şöyle ki zaten kamp liderimizi çok cimri olduğundan her şeyi gramla alıyordu. Onun dışında
Sırp olan arkadaşımız inanılmaz güzel yemek yapıyordu, evde olan herhangi bir malzemeden şaheserler yaratabiliyordu. Farklı kültürler olmasına rağmen farklı yemekler yapılmadığından çok tadamadık. Karb
onhidrat temel besin kaynağımızda zaten :) Basit yemekler yapılıyordu, makarna pilav haricinde, patatesli omlet gibi, tavuk, fırında köfte, balık şeklinde. Yöresel değildi pek. Yöresel olan ve çok sevdiğimiz ise İspanyol arkadaşımızın yaptığı ‘sangria’ oldu sürekli yaptırıyorduk zaten
:) Onun dışında Koreliler yanlarında bir sürü hazır paketler getirmişlerdi ve hazır paketten çıkan yosun vardı, kıtır kıtır cips gibi yedikleri, her yerde yiyemeyeceğimiz bir şey olduğundan oldukça ilginçti. Kampın sonlarına doğru ise bir gün geleneksel yemekler günü yapılıp, herkesi biz davet etmiştik. Listeler hazırlandı günler öncesinden yemekler belirlendi, alışverişe çıkıldı. Koreliler karidesli pilav tarzı bir yemek yaptılar bir çok alakasız şeyleri katmışlardı içine ama lezzetliydi :) İspanyollar meşhur patatesli omletleriyle, sangrialarını yaptılar, Ruslar salatalarını, Sırp ise güzel bir börek yapmıştı. Benim diğer arkadaşlarım becerikliydi biz hünkar beğendi yapıp helva kavurmuştuk ve yanında da cacık yapmıştık. Cacık olayı inanılmaz ilginç geldi yoğurdun içindeki salatalığı bir türlü kabullenemediler :)

Kaldığımız yerdeki halk gayet samimiydi ve ilgiliydi. Pazar günleri mutlaka bir yere davet ediliyorduk :) Oradaki gençler ev partilerine davet etmeye başlamışlardı bizi ki
gerçekten baya eğlenceliydi. Bir keresinde de akşam biz gezintiye çıkmıştık baktık ki müzik sesi geliyor, gittik partilerine katıldık turist olmanın tüm sevimliliğiyle :) Bizim evdeki yaşantımızda oldukça eğlenceliydi. Kamp liderimiz biraz yabaniydi ve her gün en az bir kere tasarruf sözcüğünü günaydın ya da iyi geceler yerine kullanıyordu. Kampta asla para harcamadık, bütçe kamp bütçesinden harcanıyordu, alışveriş haftada bir kere yapılıyordu. Yemekler evde yeniyordu, dışarı çıkılacaksa akşamdan ekmek arası bir şeyler hazırlanıyordu. Zaten harcamak istesek harcayabileceğimiz bir yer de yoktu. Çalışma günleri olmadığında çevredeki gezilecek, gezilmeyecek her yeri kamp liderimizi planlamıştı ve gördük oraları. Oyuncak müzesi, arkeoloji müzesi, kumaş müzesi gibi ucu açık bir listeydi :) Lyon’ a da gittik günübirlik ama o büyük bir organizasyondu tabi, bize orada yaşayanlar arabalarıyla tren garına bıraktılar geri aldılar. Onun dışında gittiğimiz her yere yürüyerek gittik ve kilometrelerce yürüdüğümüze eminim :) Gezi olarak asla unutamadığım ise, kaldığımız yere yakın macera parkı gibi bir yer vardı oraya gitmemizdi, inanılmaz güzel ve eğlenceli bir deneyimdi. Ev yaşantısı da farklı kişiler, farklı kültürler olduğundan hem konular çok genişti hem de eğlenceli vakit geçirebiliyorduk. Son günlerde Türk usulü birçok kart oyunu oynayabiliyor seviyedeydi ev halkı :) Şantiyede oynanabilecek oyunlar diye
bir kitapçık bile vardı zaten her şeyi düşünmüşler :) Ayrılırken ise insan baya bir hüzünleniyor. Sanki yıllardır beraber yaşıyormuş gibi üzülüyorsun. Son günümüzde de gene bizi aldılar, trenlerimize bıraktılar. Kalabalık şekilde uğurladılar.

Sonuç olarak az zamanda çok iş yapmak kamp bana göre :) Farklı kültürler, farklı insanlar, güzel paylaşımlar. Yirmi günü ne kadar çabuk, fark etmeden geçiriyoruz rutin hayatımızda, o yüzden kesinlikle bir ara yaşanmalı, görülmeli diye düşünüyorum :)



Yeşim Ceren Çapraz, 2011-İstanbul