24 Şubat 2011 Perşembe

Hakan Arslanbay / 2010 Norveç

Daha önce biri İtalya'ya biri Almanya'ya olmak üzere 2 kez Gençtur aracılığıyla kampa gitmişliğim vardı. Bu sefer de herkesin ilk seferde aklına gelmeyeceği, her turist tarafından görülmemiş, sıradışı ülke/ülkeler görmek için bir tercih yapayım dedim. Aklıma gelen yer ise, ilgimin ilk kez Eurovision'da arka planını görmemle başladığı Norveç olmuştu.
Ayrıca Almanya'ya giderken kendi yaptığım seyahat planıyla Hollanda'yı ve Almanya'nın başka 2 şehrini görmüş oldum. Bu da bana tecrübe oldu ve artık kampları sadece çalışma, dil geliştirme amacıyla değil; öncesine ve sonrasına 3-4 günlük ufak seyahatler koyarak gezme amacıyla da seçmeyi düşündüm.
Bu fikirle ilk planda Norveç'te kamp fikrinin etrafında bir şekillenen bir seyahat planlaması da yaptım. Kamptan önce şehir gezisi, sonrasında çevre ülkelere seyahat... Norveç'ten sonra İsveç, Finlandiya ve hatta Estonya'ya kadar uzanan bir gezim oldu.
3 günlük kamp öncesi gezinin ardından kamp hakkındaki anılar ve değerlendirmelere bi bakalım :
Oslo'ya ilk geldiğimizde tren istasyonunun yakınında meşhur bir kaplan heykeli vardı, işte tam orada buluştuk biz de. 2 Sırp, 2 Slovak, 2 Çek, 1 Rus, 1 Ukraynalı, 1 İspanyol/Fransız, 1 Belçikalı, 1 İsveçli, ben ve kuzenim 2 Türk ve kamp lideriyle evinde kaldığımız adamı da sayarsak 2 Norveçliden oluşan bir ekiptik. Önyargılara pek inanmamışımdır. "Norveç kuzey, soğuk ülke, insanları da soğuk" şeklindeki önyargılarla gittiğim kampta aslında kuzey insanlarının ne denli sıcakkanlı olduğuna da şahit oldum. Emin olun bir Türk olsa ancak bu kadar sıcakkanlı olur. Buluşmamızdan sonra trene atlayıp kalacağımız yere yolculuğumuza başladık. Kuzenimle bilhassa farklı yerlere oturduk ki başkalarıyla kaynaşalım. Neticede yanımızda oturanların dışındakilerle dahi daha trende kaynaşmaya başlamıştık. Hatta klasik Türk yardımseverliği damarımız tutunca yoğun yağmur altında çamurları aşarken hanımefendilerin bavullarını bile taşıdığımızı hatırlıyorum.
Neyse ki sağ salim kampa vardık, ilk günden iş olmadığı için çeşitli oyunlarla birbirimizi daha iyi tanıma fırsatı bulduk, en azından isimleri aklımızda tutmamız için işe yarar oyunlar oldu bunlar.
Sıcakkanlılık tüm hızıyla artarken çalışma vakti de gelip çatmıştı. Plana göre öğleden önce 2,5 - 3 saat kadar, öğleden sonra da maksimum 3 saat kadar çalışacaktık. Sanırım herkes işçiliğe yatkın çıktı ki sadece 1 veya 2 defa öğleden sonra çalıştık.
Her şey çalışmak değil tabi ki. Çalıştıktan sonra buz gibi göle mi girmedik veya çevre evlerden gelen şirin mi şirin teyzelere yemeğe mi gitmedik, her şey vardı.
Haftasonunda da 2 gün şehir merkezine cepten para çıkmadan gitmenin mutluluğu ve keyfi de bi ayrı oluyor bu arada. Evinde kaldığımız adam tarafından ısmarlanan sinema da cabası. Film İngiliz filmi; Norveç'te dublaj yapmıyorlar, orijinal dili neyse o dilde yayınlıyorlar. Bu halde film de İngiliz İngilizcesi ana diliyle Norveççe alt yazıyla veriliyor. İngilizcem fena değildir aslında ama ana dili İngilizce olan biri konuştuğunda zorluk olabiliyor. Filmi görüntülerinden az buçuk anladım, gerisini anladıysam Arap olayım :)
Filmin üzerine Oslo'nun meşhur (!) Habibi Café'sinde yediğimiz bi bulgur pilavı vardı ki parmaklarımı yedim. Zaten mutfak İslam mutfağı, işletenler Filistinli yoksa Norveçliler ne bilsin bulgur pilavını.
Kampa döndükten sonra ufak miktarlarda viskiyle başlayan içki seansı, az ama öz katılımcılarla devam etti gece yarısında.
Ertesi gün yine şehir merkezinde keşfedilmemiş yerler, kiliseler görüldü, fiyordlara gidildi ve kampa yeniden döndük.
Kamp akşamları hep güzeldi bizde. Yakınlarda ufak bir tepe vardı; oraya çıkar, hemen her akşam ateş yakar muhabbet ederdik. Norveç'in o eşsiz manzarasını izlemenin keyfi de bi ayrı tabi. Akşam saat 10'da Güneş'in batmaya yeni yeni zahmet etmesiyle başlayan süreci izlemek başlı başına bi hadise. Coğrafya dersinde gördüğümüz enlemlerin önemini bu noktada anlıyoruz işte.
Akabinde akşamları iki gitarcıdan birinin gitarı eline aldığı ve diğerlerine eşlik ettiği kendi aramızdaki konserlerde Pink Floyd, Beatles, Deep Purple, Queen gibi grupların şarkılarıyla "oldies" etkisi yaşıyorduk.
Yemeklere gelince, her kampta olduğu gibi bunda da bir plan-program çerçevesinde her ikili yemeklerini yapıyor, canı isteyen onlara yardım ediyor vs. Sondan bir önceki gün, kuzenimle malzemeyi aldık elimize. Amaç, Türk mutfağının sadece dönerle veya kebapla sınırlı olmadığını göstermek. Özel salçalı soslar, kıymalar ve hatta ayran bile yaptık. Hatta bi ara mutfağın altındaki kilere indiğimde "Tukaş", evet bildiğiniz "Tukaş" marka salçalardan sürüsüne bereket gördüğüme yemin ederim. Norveç'te Türklere dair pek bir şey bulamıyoruz derken "Tukaş Domates Salçası" çıkıverdi karşımıza.
Arkadaşlık ortamı güzeldi, 1 tane sinir bir çocuk hariç herkesle iyi anlaştığımı biliyorum. Ayrıca İngilizce konusunda güvenim tam olarak bu kampta geldi. Önceden gittiğim kamplarda hep arkadaşlar üzerinden tercüme yoluyla, biraz da üç beş kendi bildiğimle işi götürmeye çalışıyordum, ama bu kampta kendi sınırlarımı epey aştığımı fark ettim.
Kısacası çok güzel bir kamptı. 1-2 saatlik yaşadığım kıskançlık krizi ve bize iş veren amcanın bize dolaylı yoldan su içirmemesi haricinde gerçekten çok güzeldi. Yurtdışından çok iyi arkadaşlar edindim, hatta bi tanesi arkadaştan da öte oldu benim için. Özel arkadaş oldu :) 7 aydır gül gibi de geçiniyoruz.
Bunların yanında dikkat edilmesi gereken birkaç husus da var :
Kamptan önce şehir gezecekseniz kampı yapacağınız şehir olması sizin için daha kolay olur.
Kamptan önce o şehirde kalacağınız yeri ve ulaşımı iyi öğrenin. Ekonomik olmak önemli.
Norveç, İsveç veya Finlandiya gibi ülkelerde iseniz yanınıza normale göre biraz daha fazla para alın, insanlık hali bir şey olabilir. Hatta İsveç ve Finlandiya'da buna mahal vermezler ama Norveç'te (Oslo'da) ulaşım araçlarını "Ahahah bu beleşmiş, devamlı binelim, para da ödemiyoruz bak zaten" şeklindeki düşüncelerle SAKIN kullanmayın, sonra ağlarsınız :) Zira biz bu iş için gönüllü kobay olduk ve 750 Norveç Kronu, yani 195 TL cezaya çarptırıldık, evlat acısı gibi koydu.
İsveç - Norveç - Finlandiya'da yemek işi pahalı bir iştir. Zira Oslo'da ve Helsinki'de sürekli Burger King'den, Stockholm'de de kaldığımız hostele çok yakın bir Türk restauranttan yiyorduk, napalım en ucuzu onlardı.Stockholm'ü kesinlikle görün, Oslo da doğa olarak çok güzel şehir ama sizi İskandinavya'da tarih olarak doyuracak asıl ülke İsveç, asıl şehir de Stockholm'dür. Bu bakıma Oslo her ne kadar yeşi ve güzel bir ülke de olsa Stockholm'ün yanından geçemez. Kafanızda bir önyargı oluşturmak gibi olmasın ama Helsinki o kadar güzel gelmedi bana. Stockholm'den sonra da hayalkırıklığı yarattı. Ama Eckerö Line vs gibi şirketlerle (23 € gidiş geliş tuttu bizim) Estonya'ya (Tallinn'e) günübirlik gidip gelebilirsiniz. Zira Tallinn tarih olarak gerçekten çok güzel bir şehir.
Onun dışında bu ülkelerde gece çıkıp dolaşın özgürce, çünkü suç oranı düşük, en azından Türkiye'deki gibi değil. Güneş'in batışını kahvenizi yudumlarken izleyin. Bu ülkelerle ilgili aklıma gelenler bunlar. Gerçekten çok güzel yerler, gidip görmenizde fayda var.
Ha bir de ;
TEŞEKKÜRLER GENÇTUR

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder